Azerbaycan karşısında uğranılan hezimet ve ardından Rusya’nın arabuluculuğunda imzalanan antlaşma sonrası işgal altında tuttuğu Azerbaycan topraklarının büyük bir bölümünü geri vermek zorunda kalan Ermenistan’da antlaşmanın üzerinden yaklaşık 1,5 aylık bir zaman geçmiş olmasına rağmen siyasal istikrar sağlanabilmiş değil. Savaş esnasında kaybolan ya da ölen askerlerin bir bölümüne halen ulaşılamamış olması Dağlık Karabağ ve çevresindeki yedi rayondan ayrılarak Ermenistan topraklarına gelen insanların doğurduğu demografik, sosyo-ekonomik ve siyasal kriz ile ülke toplumunun karşı karşıya kaldığı psiko-sosyal yıkım Başbakan Nikol Paşinyan’a yönelik büyük bir tepkiye neden olmuş durumda.
Ermenistan, her ne kadar ağır bir ekonomik darboğaz içinde olsa da 1994’te imzalanan ateşkesten bu yana Azerbaycan topraklarının yüzde 20’sini işgal altında tutuyor olmasından kaynaklanan bir moral üstünlüğe sahipti. Ne var ki Ekim-Kasım aylarında yaşanan savaş neticesinde bu moral üstünlüğün de ortadan kalkması ve hatta ülkenin güvenliğinin en önemli garantörü durumundaki Rusya’nın da Azerbaycan’ı haklı bulan ve topraklarının büyük bir bölümünü geri almasını sağlayan bir tavır sergilemesi Erivan’da büyük bir hayal kırıklığı ve kızgınlık oluşturdu. Böyle durumlarda toplum tepkisi öncelikli olarak iktidarlara yönelir ve şu an için Paşinyan’ın yaşadıkları da bunun bir göstergesi olarak okunabilir.
Zira 2018’de bir halk ayaklanmasının lideri olarak iktidara gelen ve geçen iki yıllık zaman diliminde de bu desteği önemli oranda koruduğu gözlemlenen Nikol Paşinyan, Azerbaycan’la yapılan savaştaki başarısızlık ve ülkenin gerek askeri gerekse de ekonomik bakımdan içine sürüklendiği kötü durumun “tek sorumlusu” olarak gösteriliyor ve adeta bir “günah keçisine” dönüştürülüyor. Halbuki Ermenistan’ın yaşadığı dramın arkasında Paşinyan ile birlikte başka aktörlerin de ciddi sorumluluğu bulunuyor.
Krizin tek sorumlusu Paşinyan iktidarı değil
Her şeyden önce, Ermenistan’ın ekonomik olarak bu kadar geri kalmış olmasının temel nedeni yalnızca Paşinyan’ın iki yıllık iktidarında aranamaz. Zira Paşinyan zaten bu sosyo-ekonomik krizin neticesinde iktidara gelmiş bir isim. Ülkenin bu denli büyük bir ekonomik krizle karşılaşmış olmasının temel nedeni, bağımsızlığın hemen ardından, Azerbaycan topraklarının işgal edilmesi ve bu işgal süreci sonrasında Rusya’ya her anlamda bağımlı bir yapı meydana getirilmiş olmasıdır. Türkiye ve Azerbaycan’la ilişki kurulamaması, ülkenin bölgesel ulaştırma ve enerji ağlarından izole olmasına yol açarken, aynı zamanda doğu-batı yönlü ticari işleyişin de Ermenistan’ı pas geçecek şekilde dizayn edilmesine yol açmıştır. Önemli bir mineral zenginliğine sahip olmayan, petrol/doğalgazı olmayan ve iklim şartları nedeniyle tarımsal üretimde çeşitliliğe de gidemeyen ülke tamamıyla dışa bağımlı bir hal almıştır. Bu dışa bağımlılık ise büyük oranda Rusya ve belli oranda da İran ekseninde şekillenmiştir.
Türkiye ve Azerbaycan gibi iki önemli pazara yönelik ticaret yapamayan, Azerbaycan’dan enerji alamayan ve Dağlık Karabağ ile çevresinde sürdürdüğü işgal ekseninde güvenliğini tamamen Rusya’ya havale eden Erivan’ın bu pozisyonu içselleştirmesinde Karabağ Klanı ve Ermeni Diasporası’nın rolü büyük olmuştur. Karabağ kökenli siyasetçi, asker, iş insanı ve bürokratların kendi “bölgesel kimliklerine” entegre bir dış politika çizgisi izlemeye çalışmaları, aynı anlayışı yansıtan ve “Ermeni” olduklarını “sözde soykırım söyleminin” devamlılığı ve etkinliğiyle hisseden ve anlatan diaspora Ermenileriyle bir ortaklık kurmalarını sağlamıştır.
Sözde soykırımı dünyanın her yerinde tanıtmayı hedefleyen ve Dağlık Karabağ ile çevresindeki yedi rayonda sürdürülen “işgal politikasının” sürekliliğini psikolojik bir üstünlük aracı olarak gören Karabağ Klanı-Diaspora Ermenileri ikilisi, bu eksende Ermenistan’ı yalnızlaştıran bir arka planı da hazırladılar. Şüphesiz, bu durumu kendi lehine çeviren dış aktör olan Rusya, Türkiye-Azerbaycan-Gürcistan denkleminde kendi bölgesel çıkarlarına uygun olmayan Batı’ya entegre projeleri ve girişimleri, bölgede yalnızlaşan Ermenistan’ın koruyuculuğunu üstlenerek dengelemeye çalışmıştır.
Rusya, 1994’te imzalanan Dağlık Karabağ’a ilişkin ateşkes sonrası askeri ve ekonomik anlamda Ermenistan’a tamamen yerleşmiş ve Erivan’da “Türk” düşmanlığı temelinde oluşan toplumsal/siyasal histeriye yatırım yapmayı sürdürerek Güney Kafkasya’daki varlığını Ermenistan özelinde konsolide etmiştir. Gürcistan ile yaşanan problemler (Gül Devrimi ve Ağustos 2008’deki savaş) ve Azerbaycan’ın çok daha dengeli ve Türkiye ile koordine bir yaklaşım sergilediği dikkate alınırsa, Ermenistan’ın Karabağ Klanı ve Diaspora Ermenileri aracılığıyla sürdürdüğü “yalnızcılık” politikasının devamı Rusya adına sürdürülmesi elzem bir yaklaşım halini almıştır.
Aslında bu “yalnızcı” ve “çözümsüzlük yanlısı” tutumun değiştirilmesi amacıyla Ermenistan içinde farklı zamanlarda çeşitli gelişmeler de yaşandı. Örneğin, ilk devlet başkanı olan Levon Ter Petrosyan, 1990’ların ikinci yarısı itibarıyla Türkiye ve Azerbaycan ile sorunları müzakere etmek istediği için devlet başkanlığından “istifa ettirilmiş” ve yerine Dağlık Karabağ doğumlu ve çözümsüzlük yanlısı Robert Koçaryan getirildi. Aynı şekilde, Koçaryan’ın etkinliğini kırması beklenen ve Batı yanlısı bir çizgi izlemeyi planlayan, bu çerçevede çözümsüzlük odaklı yaklaşımı da kırma ihtimali bulunan zamanın Başbakanı Vazgen Sarkisyan’ın öldürülmesiyle sonuçlanan 1999 yılında bir parlamento baskını yaşandı.
2008’deki devlet başkanlığı seçimlerinde yeniden aday olan Ter Petrosyan’ın Batı yanlısı ve muhtemelen Türkiye ve Azerbaycan’la açılımcı bir çizgi izlemesi beklenen hareketi, seçimlerde yaşandığı iddia edilen usulsüzlüklerle baskılandı. 2008-2009 yıllarında Türkiye ile imzalanan protokoller ise, Ermenistan’daki iktidar bloğunun (Karabağ Klanı ve Diaspora) sözde soykırım ve Dağlık Karabağ ile çevresindeki işgal eksenli dış politikadan vazgeçmeyeceğinin anlaşılması ile yürürlüğe giremedi.
Ermenistan siyasetinde değişim arayışı
Nikol Paşinyan’ın 2018’deki meydan protestolarında değişim yanlısı bir tutum sergilemesi, geçmişinde Karabağ Klanı ile yaşadığı ve hapsedilmesine dahi yol açan anlaşmazlık düşünüldüğünde ülkede Batı yanlısı ve dış politikada açılımlardan yana olan kesimin, hareketin liderliğini Paşinyan’a bırakmasına yol açtı. Ne var ki Paşinyan, göreve geldikten sonra izlediği tutumla Rusya’nın ülkedeki pozisyonunu fazlaca sorgulamadan Türkiye ve Azerbaycan’a yönelik düşmanca tutumu sürdürdü ve eski siyasal seçkinleri (Karabağ Klanı’nın siyaset, iş dünyası ve güvenlik teşkilatındaki uzantıları) sorgulayıp bazılarını cezalandırmakla birlikte, ülkenin bölgeden izole olmuş halini düzeltebilmek için ileriye doğru bir adım dahi atmadı.
Zaten bunu yapabilmesi için öncelikli olarak Türkiye ve Azerbaycan ile ilişkileri düzeltmesi gerekiyordu. Fakat, Ermenistan’da Karabağ kökenlilerin siyasi ve ekonomik gücünü hemen kıramayacağının ayırdında olması ve kendisinin de Ermeni milliyetçisi bir arka planı olmasından dolayı, ülkenin Rusya ile güvenlik ilişkilerini ön planda tutan yaklaşımını sürdürdü. Bu durum ise Paşinyan’ın kendisine destek veren “değişimci” ve Batı yanlısı kesimin desteğini yitirmesi ile sonuçlanırken, aynı zamanda Batı’nın kendisine yönelik bakış açısının pozitiften negatife dönmesine sebep oldu.
Geçtiğimiz günlerde savaşta ölenler için ülkede üç günlük ulusal yas ilan eden Paşinyan, yaptığı ulusa sesleniş konuşmasında da “yapılan yanlışlardan” ve ülkenin “yeni bir gelecek” inşa etmesi gerektiğinden bahsetti ve bunun Ermenistan için bir “zorunluluk” olduğunu söyleyerek, Azerbaycan ile yapılan antlaşmanın ülkenin geleceği adına alınması gereken bir “karar” olduğunu da ifade etti. Paşinyan’ın bu açıklaması, son dönemde Ermeni basınında da sıklıkla yer bulan ve özellikle Paşinyan karşıtı muhalefet ile Karabağ Klanı’na dahil gruplar tarafından gündemde tutulmaya çalışılan, Paşinyan’ın Türkiye ve Azerbaycan ile ilişkileri düzelterek ülkeyi değişime tabi tutacağına ilişkin analizler ya da söylentilerle birlikte okununca bir anlam kazanıyor. Nitekim Paşinyan, ülkenin ekonomik/ticari anlamda nefes alabilmesi, içine sürüklendiği bölgesel izolasyondan kurtulabilmesi ve Batı’ya daha fazla entegre olarak, Rusya’ya olan bağımlılığını azaltabilmesi için, Azerbaycan’la imzalanan antlaşmayı uygulaması ve Türkiye ile de kabul edilebilir düzeyde ilişkiler kurması gerektiğinin bilincinde.
Zaten özellikle AB’nin beklentisi de Ermenistan’ın komşularıyla iyi ilişkiler kurarak Rusya’nın gözetiminden nispeten uzaklaşması ve ülkedeki sosyo-ekonomik koşulların iyileştirilerek, Avrupa sınırları içerisinde değerlendirilen Türkiye-Ermenistan ve Ermenistan-Azerbaycan sınırlarının açılması ve Hazar’dan Avrupa’ya kesintisiz bir karayolu/demiryolu bağlantısı kurabilmek. Kısacası Paşinyan, iktidar dönemi içinde kendisinden ümidini kesen ya da kendisine mesafeli yaklaşmaya başlayan Batı ile yakınlaşma ve Erivan’ın geleceğini Batı’da arama yaklaşımı geliştirmek istiyor.
Bu da Türkiye ve Azerbaycan ile iyi ilişkiler kurulabilmesinden geçiyor. Tabii Brüksel ve Washington’un farkında olduğu hususlardan biri, Ermenistan’ın Türkiye ve Azerbaycan’a entegre bir bölgesel pozisyon alması halinde Rusya’nın Güney Kafkasya’daki etkinliğinin azalacak olması. Dolayısıyla Paşinyan’ı bu açıdan cesaretlendirmek için, antlaşma sonrası oluşan yeni konjonktürde ellerinden geleni yaptıkları da sır değil.
Açılımın önündeki engeller: Karabağ Klanı ve Diaspora
Ne var ki Paşinyan’ın değişim talebinin toplumda bir karşılığının olması, bu sürecin kolay olacağı anlamına gelmiyor. Bunun ilk nedeni Paşinyan’ın geçen süre içinde inandırıcılığının azalması ve Azerbaycan’la yaşanan savaşta verilen kayıplar sonrasında Ermenistan toplumunun “matem” havası yaşıyor olması ve belli bir kesimin de “intikam” söylemleri/eylemleri üzerinden Türkiye ve Azerbaycan’a yaklaşıyor oluşu.
Özellikle Karabağ Klanı ve Diaspora bağlantılı eskinin siyasal elitlerinin kendi aralarında ittifak yaptığı ve Paşinyan’ı iktidardan uzaklaştırmak istedikleri bilinen bir husus. Bu bağlamda Rusya’yla olan temas alanını genişletmek isteyecekleri de biliniyor. Paşinyan ile Moskova’nın arasının her daim “parçalı bulutlu” olması bu aktörlere kullanılabilecek bir alan açıyor.
Fakat, bu ittifakın bilmesi gereken en önemli gerçeklik, Azerbaycan tarafından geri alınan toprakların yeniden işgal edilmesinin artık mümkün olmadığı. Zira Rusya da Güney Kafkasya’da Türkiye ile işbirliği çerçevesinde bir süreç yürütmek istiyor. Türkiye’nin ABD ve AB ile ilişkilerinde beliren arızalar Rusya tarafından kullanılmak istenirken, son dönemde Birleşik Krallık’ın (İngiltere) Geniş Karadeniz Havzası’na yönelik açılım girişimlerinde bulunması ve bunu özellikle Ukrayna üzerinden (askeri üs ve askeri/teknolojik işbirliği) Türkiye’yle birlikte gerçekleştirmek istemesi gibi faktörler, Rusya’nın, Türkiye’yi kaybetmemek adına, Ankara ile birlikte çalışmak isteyeceğini ve bu anlamda da Ermenistan’daki irredentist emellere haiz Karabağ Klanı ile ilişkilerini bu eksende şekillendireceğini gösteren bir emare olarak okunabilir. Bu nedenle, Karabağ Klanı-Diaspora ikilisinin Rusya’dan istediği yakınlığı bulamama ihtimali de yüksek bir olasılık.
Bugünlerde Ermenistan’da muhalefette yer alan (ve mecliste temsil edilen ve edilmeyen) 17 siyasi parti “Anavatanın Kurtuluşu” adında bir siyasal blok oluşturdular. Haftada birkaç gün Özgürlük Meydanı’nda toplanan bu grubun içinde Karabağ Klanı temsilcileri, (özellikle Taşnak mensupları olmak üzere; ama aralarında Rusya karşıtı ve Batı ile yakın ilişkiler yanlısı olan grupları da ihtiva eden) Ermeni milliyetçileri ve belli liberal parti ve gruplar yer alıyor.
Ne var ki, bu bloğun içinde liderlik Karabağ Klanı’nın temsilcileri olan Gagik Tsarukyan (Çarukyan) ve Taşnak'ta. Başbakan Paşinyan’ın derhal istifa etmesini isteyen ve kendi başbakan adayları olan eski Savunma Bakanı Vazgen Manukyan önderliğinde bir ulusal uzlaşı hükümeti kurulmasını isteyen bu grup, eski bir Cumhuriyetçi Parti mensubu olan ve Karabağ Klanı’na dahil bir isim olarak bilinen Cumhurbaşkanı Armen Sarkisyan ile olan temasları ekseninde böyle bir değişim başlatmanın peşindeler. Ülkenin ilk savunma bakanı olan Manukyan Dağlık Karabağ’ın işgali sürecinde yönetimde bulunuyordu ve Karabağlı olmamasına ve hatta daha önce Koçaryan ve Serj Sarkisyan’a karşı devlet başkanlığına aday olmuş olmasına rağmen, bu grubun sevdiği bir isim. Paşinyan yanlıları ise Cumhuriyet Meydanı’nda toplanmakta ve başbakana tam destek vererek, Anavatanın Kurtuluşu Hareketi’ni, ordu ve bürokrasi içindeki uzantılarıyla birlikte “darbe yapmak isteyen” bir grup olarak değerlendiriyorlar.
Kilisenin tavrı
Nikol Paşinyan’ın geçtiğimiz günlerde ilan edilen üç günlük ulusal yas sürecinde, ölen askerler için düzenlenecek ayine katılmak için gittiği kilisede yaşanan gerginlik (kilise görevlileri kendisinin elini sıkmadı ve kiliseden ayrılmasını istedi), kendisinin Ermeni Kilisesi ile de arasının açıldığını ve ülke toplumu için çok önemli bir yönlendirici rolü olan bu aktörün de muhalefetin saflarına geçtiğini göstermesi bakımından önem taşıyor. Bu manada, Karabağ Klanı ile Ermenistan Kilisesi arasında var olduğu bilinen yakınlığın tekrar gözler önüne serildiği söylenebilir. Kilisenin bu tavrı, aynı zamanda, ülke toplumunun yaşadığı psikolojik yıkım çerçevesinde Paşinyan’ın “kişisel propagandası” olarak görülebilecek bir manevraya izin vermeme ve onun bu süreçten siyasal bir kazanç sağlamasını engelleme girişimi olarak da okunabilir.
Paşinyan’ın değişim isteği içinde olduğu, ulusa sesleniş konuşması ve basına sızan Türkiye ve Azerbaycan’la iyi ilişkiler kurmak istediğine ilişkin haberlerden anlaşılıyor. Ne var ki, ülke toplumunun yenilgi sonrası bir hayli “kırılgan” ve “tepkili” bir hal içinde olması ve Ermeni milliyetçiliği ile Kilise’ye yakın gruplarca Türkiye ve Azerbaycan’la yakınlaşmanın “ihanet” olarak görülüyor oluşu, Paşinyan’ın işini zorlaştırıyor. Karabağ Klanı’nın Paşinyan karşıtı hareketliliği, toplumdaki tepkiyi desteğe tahvil etme girişimi olarak okunabilir ve anlaşıldığı kadarıyla Kilise ve hatta diaspora da geleneksel müttefikine yardımcı olacak gibi görünüyor.
Ne var ki geleneksel müttefik Rusya’nın tutumu bu kez farklı olabilir. Türkiye kaynaklı sebeplerle Karabağ Klanı yanlısı tutumunu farklılaştırabilecek bir Moskova, Ermenistan iç siyasetinde oyun kurucu bir aktör olarak süreci farklı mecralara taşıyabilir. Nitekim Moskova da Bakü-Erivan-Ankara hattında kendisiyle uyumlu bir birliktelik görme arzusunda. Savaş sürecinde Azerbaycan’ın operasyonuna büyük oranda karşı çıkmaması da bu tutumuyla yakından ilgili görünüyor.
Türkiye’nin Birleşik Krallık veya Çin gibi aktörlerle yakınlaşması ve Rusya’nın sürecin dışında kalması Moskova’da asla kabul edilemeyecek bir husus olduğu için, Rusya, maliyeti azaltabilmek ve Türkiye ile Azerbaycan’ı yanında tutabilmek için işbirliği yanlısı ve çatışmacı söyleme karşıt gruplara destek verebilir. Bu nedenle, Ermenistan’daki iç siyasal dengelerin önümüzdeki süreçte de çok yakından izlenmesi ve değişim emarelerinin arka planının anlık olarak değerlendirilmesi gerekiyor.
TÜRKİYE'Yİ KAYBETMEMELİYİZ
Rusya'nın Türkiye'yi kaybetmek istemediğine vurgu yapan Giresun Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Göktürk Tüysüzoğlu...