Yıllar süren bu plansız göç, neticede İstanbul’u yaşanmaz hale getirdi. En sonunda hepimiz şehirlerdeki hayat şartlarından şikâyet etmeye başladık.
Şehir hayatındaki şikâyetlerin başında trafik yoğunluğu geliyor. Toplu taşıma ile de olsa, özel vasıtalarla da olsa bir yerden bir yere gitmek işkence halini almış. Hadiseye idareciler penceresinden bakıldığında, “Bunca yol yaptık, otobüsleri yeniledik. Trafik normale dönmeliydi” diyebilirler. Ancak netice ortada: Özel ya da toplu vasıtalarla işe gidip gelmek insanları ‘iş’ten daha fazla yoruyor.
20 milyona dayanan nüfus İstanbul’u yaşanmaz hale getiriyor ve bu aynı zamanda yavaş yavaş, alıştıra alıştıra ahlâkı da törpülüyor. Yaşlıya ve hanımlara hürmet de kalmadı. Bu derin bir yaradır ve kapanması için çok özel ‘tadavi’ler uygulanmalı. Aşırı yoğunluk, ‘büyüklere yer verme’ye bile imkân bırakmıyor. Bir gün, beş gün, bir ay bu şekilde olunca; artık büyüklere, yaşlılara, hanımlara ‘yer vermemek’ normal karşılanıyor. Hepimizi etkileyen ciddî dertlerle karşı karşıyayız. ‘Terbiye ve ar’ duygusu da uzaklara kaçmış görünüyor. Elbette, fıkıhçı değiliz; ama mevcut haldeki yolculukların insan fıtratına uygun olmadığı, fıkhen de tavsiye edilmeyen bir tablo ile karşı karşıya olduğumuz söylenebilir.
Peki ne yapmalı? Çare bulma makamında olmamakla beraber, ortada ciddî bir sıkıntı olduğunu görebilir ve ifade edebiliriz. Evet, dert büyük, ama çaresiz değil. Mesele birilerini eleştirmek hiç değil. Dert hepimizin, çareyi de beraber bulabiliriz. Öncelikle ortada bir problem olduğunu kabul edelim. Bazıları, tarafgirlik yaparak bu sıkıntıyı görmek istemeyebilir. Asıl problem de bu tavırdır.
Problemi yerinde görmeleri için en başta idarecilerimizi trafiğin en yoğun saatinde metrobüs, otobüs ve metrolara bindirmek gerekir. Bir hafta boyunca işe giderken ‘toplu ulaşım vasıtaları’nı kullanmaya mecbur olsalar; başka hiçbir iş yapmadan bu sıkıntıya çare ararlar ve bulurlar. Mevcut halde neler yaşandığını bilmiyorlar ve bilmeleri de mümkün değil. Düşünün ki işe özel aracıyla ve trafikten arındırılmış yollardan giden bir yönetici, metrobüsün kapısında sıkışan ve ‘insan fıtratına aykırı bir şekilde’ yolculuk yapan bir hanımın çektiği sıkıntıyı bilebilir mi, hissedebilir mi? İnsanların yaşadığı sıkıntıyı bilmeyen, çare ve çözüm bulabilir mi?