Yerli ve milli ekonomi anlayışından, daha çok üretip ihracat yapma hedefinden uzaklaşan ve dışa bağımlılığı her geçen yıl daha da artan Türkiye ekonomisi sağlıksız bir şekilde pompalanan dış sıcak para girişlerine dayalı, içeriden de gerek hane halkının borçlanması gerek kamunun borç stokunun artmasına dayanan yapay teşviklerle uyarılmış hormonlu bir büyüme dalgasıyla bir şekilde bugünlere geldi. Bu hormonlu büyümeyi sürükleyen ana olgunun inşaat sektörü olduğu, inşaat sektöründeki durgunluk ve aşırı arz fazlasının da Türkiye ekonomisinin başına çok ciddi sorunlar yaratacağı biliniyordu. Dışarıdan pompalanan sıcak para girişinin de büyük ölçüde azalmasıyla ekonomideki Lale Devri bitti!
Neticede dolar kurundaki rekor yükselişle duvara tosladık! Dolar kurundaki istikrarsızlık, yatırımcıları korkuturken üretim ve büyümeyi yavaşlatıyor. Dışa yatırım artarken ihracat gelirleri ise artmıyor. Kurlar yükseldikçe, ithalata bağlı üretimin maliyeti artıyor, bu da ürünlerin pazar fiyatının artmasına neden oluyor. Kişi başına düşen millî gelir azalırken, günlük yaşam da her geçen gün daha çok pahalılaşıyor. İthal ürünlerin fiyatı artarken yükselen döviz kurlarını fırsat bilen bazı üreticiler ve satıcılar bir çok ürüne yüzde 30-40 oranında zam yapıyor. Vatandaşın alım gücü zayıflarken başta küçük ölçekliler olmak üzere birçok şirket zora düşüyor. İşten çıkarmalar baş gösteriyor. Olan vatandaşa oluyor. İş, konuşma ve fırsatçılık ekonomisine kalmış olsaydı eğer, inanın dünyanın en zengin ülkesi biz olurduk. Ama ekonominin gerçekleri bunlar değil.
Türkiye'nin son yıllardaki ihracat ve ithalat rakamlarına bakarsanız durumu çok daha iyi analiz edebilirsiniz. İhracat attığınız, ithalat ise yediğiniz gol sayısıdır. Aradaki fark ise maçın skorunu gösterir. İhracatın ithalatı karşılama oranı sürekli azalırken dış ticaret açığımız da katlanarak büyüdü. Bu durumun sürdürülebilir olmadığını görebilmek için ekonomist olmaya gerek yoktu. Sonuçta beklenen oldu ve döviz patladı! Asgari ücret ve biraz yukarısındaki mutsuz çoğunluk, ciddi anlamda fakirleşirken olayı salt 'dış güçler'e bağlayıp kafayı kuma gömmenin dayanılmaz hafifliğine kapılma yarışında yine en ön saflarda yer aldı.
Bir ülkede paranın değerini; ne o ülkenin Merkez Bankası, ne de ABD'nin Federal Bankası belirleyemez. Paranın değerini halkın seçtiği ya da seçmediği devlet yöneticileri de belirleyemez. Bir ülkede paranın değerini, o ülkenin üretim gücü belirler. Üretim gücünü arttırmadan paranızın değer kazanması mümkün değildir. Dolara ihtiyaç arttıkça, dolar kuru yükselir. Dolara ihtiyacı azaltmak için de daha çok üretmek, daha az tüketmek, daha çok tasarruf edip daha çok yatırım yapmak gerekir. "Çalışmadan, yorulmadan ve üretmeden, rahat yaşamak isteyen toplumlar; evvela haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini daha sonra da istiklal ve istikballerini kaybetmeye mahkumdurlar" diyen Mustafa Kemal Atatürk’ü artık çok daha iyi anlıyoruz.